23 Ağustos 2009 Pazar

Anlamsız Anlar

Boş bir günün başlangıcında, anlamsızlık dolu anlar yaşadılar… Anı anlama yükleyemedi hiçbir akıl. Sessiz, derinden, biraz yürek burkan, biraz iç rahatlatan… Kelimelerin askıda kaldığı ve gözlerin buluşamadığı bir ayrılık. Yıllar yılı beklenen son bumuydu diye kararan yürekler, hep boşa çekilmiş kürekler. Artık, aşka ve sevgiye karşı daha ürkekler. Kaçınılmaz bir sondaki iki yabancı gibiydiler. Elleri kenetli ancak varlıkdan beyhude gönülden azade. Ayrımın en başında sırtlarını döndüler birbirlerine ve hayata iki ayrı yoldan iki ayrı kolla tutundular.
Çok şey değişmişti yıllar içinde. Bir kaç sefer daha yaşamışlardı bunu ve artık dejavu olmadığını biliyorlardı. Hep sessiz ve derinden bir iletişim vardı aralarında. Yaşları 33′ü bulmuştu. İki farklı insanla hayat kurmuşlardı. Süliyetleri farklı ancak nerede ise birer kopya bulmuşlardı kendilerine.

Çok nadirde olsa görüşmüşler, hal hatır sorup, bir nefeslik hasret gidermişlerdi. Gönülleri yansada aşk odunlarının hârı ile vazgeçemedikleri gururları hiçbir zaman açtırmadı boğazlarındaki düğümü. Ne adam diyebildi nede kadın; “sensiz yaşam ne kadar anlamsız” diye.
Çengelköydeki o küçük çaybahçesinden başka kimse farketmemişti olanları…

Adam bir ara kaldırdığı ellerini kadının suratına uzattı. Ellerinde ufak bir titreme vardı. Kadın kafasını hafifce önüne eğdi, küçük bir çocuğun utangaçlığı ile çekti ellerini. Oysaki ne kadar istemişti, saçlarını sıvazlayıp o tapınası suratına doyasıya bakmayı. İlk buluştukları andaki merhabadan başka bir tek diyalog geçmemişti. Yüzyüze bile gelmemişlerdi oturana kadar. Yanında olmanın verdiği huzuru depoluyorlardı çiğerlerine, beyinlerine, kalplerine. Kim bilir bir daha ne zaman bir araya geleceklerdi. Hayatlarında doğru olmayan tekşeydi bu kaçamak. Aslında kaçamadıkları tek hataydı.

Adamın gözleri dolmuştu. Yıllar sonra bile, o güzelliği karşısında görünce kendisini 18 yaşında hissetti. Sanki karşısında oturan evli iki çocuk annesi bir müdür değilde, o sınıfta sessiz sedasız oturup kendisinden gelecek bir söz bekleyen kızdı. Kim anlatabilirdiki artık onun imkansız olduğunu.

Kadın çoktan yelkenleri indirmişti çengelköy sularına. Saçlarında ki kırlar nede yakışmıştı adama. Siyah takım elbisesinin içindeki atletik vücudu ile hala yürek hoplatıyordu. Sade kahvenin yanında yaktığı sigarayı çekişinde bile hâla bir asilik vardı. Bir ara saçını düzeltti ve şöyle bir damla yaş bıraktı marmaraya, delirtircesine.

Adam içinden “keşke elimi uzatsam, sımsıkı tutsa” diye geçirir.
Kadın içinden “elini uzatsa şimdi, sımsıkı sarılsam” diye geçirir.
Adam : “gidelim buralardan diyebilsem”
Kadın : “gidelim buralardan dese”
Adam : “uzaklarda bir yerde, yeni bir hayat kuralım”
Kadın : “uzaklarda bir yerde, bir hayat kursak”
Adam : “boy boy çocuklarımız olsa”
Kadın : ” ona boy boy çocuklar verebilsem”
Adam : “her sabah kollarımda, öperek uyandırsam”
Kadın : “her sabah kollarında uyansam, kokusunu içime çeksem”
Adam : “ama nerede, bu film değilki, ben kadir inanır oda sultan değil”
Kadın : “ama bunlar ancak filmlerde olur”

Adam kahvesini bıraktığı anda sigarasıda düştü elinden… Kadın bunu farkettiğinde saklayamadığını farketti. Adam sağ elinin iki parmağı ile bir zamanlarki hatununun yanağındaki morluğa dokundu. O morluk yüreğinde bir çöküntüye dönüştü. Elindeki titremeyi artık saklayamıyordu. Kadın tam bir yalan söylemek için ağzını açmıştıki, O işaret parmağı ile dudaklarını kapattı. Bir kapı veya düşme hikayesine inanmayacaktı.

Hiç görmüşmüydü bu boğaz, iki volkanın çöküşünü.

Kadın o anda pişman olmuştu geldiğine. Hiç aklına gelmemişti telefonda bu morluk. Bir sefer söz vermiştide, biliyordu adam bundan sonraki hiçbirşeyi kabul etmezdi. Adam ise yıllar önceki gururuna okkalı bir küfür savurmuştu. Nasıl bırakmıştı O’nu ellerin koluna ve şimdi neye sinirleniyordu, etme bulma dünyasıydı bu.

Telefonunu aldı adam eline ve bir numara çevirdi.

- Hanım ben bir günlüğüne şehir dışına çıkıyorum. Yok fazla uzun değil yarın akşam gelecem geri İstanbul’a. Tamam birşey olursa ararsın. Yok planlar biraz ters gitti yoksa başka birşey yok.
Adam telefonu kadına uzattı…

Kadın bir telefona baktı, bir adama, bir yüzüğüne ve en son yüreğine. Aldı telefonu eline, kocasını aradı.

-….. bugün otelde kalacam, çok kırgınım sana, hayır telefonum kapalı olacak yarın gelirim sende otur düşün yaptıklarını.

Kadının arabasını orada bırakıp, adamın yazlığına, Yalovaya gittiler. Bıçak açmıyordu ağızlarını. Adam bir ara torpidoya uzandı ve cd çantasından bir cd taktı cd çalara. Cd’nin üzerindeki isim Kadının dikkatini çekti. Göbek adı yazıyordu. Nasıl set çekecekti akın akın gelen göz yaşlarına. Dirayet kifayetsizdi artık, hıçkıra hıçkıra kafasını dayadı cama. Yıllar önceki ayrılış sahnesi geldi aklına, ne kadar anlamsızdı. Şarkı zihnine kazınıyordu, adamın yıllar önce kulağına fısıldadığı gibi…







Giderken hazandı bir usul yağmur
Bıraktı elimi o hüzzam şarkı
Zifir saçlarını savur içimde
Küller havalansın yürek tutuşsun
Bölsün soluğumu paslı bir bıçak
Hayalin içimde düşüp yorulsun

Çok uzaklardan bir türkü geçiyordu
Bir şarkı kemanların tellerini eskitiyordu

Adam arabayı çalışır durumda bırakıp kadının kapısını açtı, daha sonra evin kapısını açarak içeriyi gösterdi kadına sağ eliyle.

Kadın içeriye girdiği anda gözyaşları yeniden aktı… O zigon sehpayı görmekte nasip olmuştu.
Adam arabayı garaja bıraktı. İçeriye geçtiğinde, kadın zigon sehpaya yaslanmış, gözyaşlarını silmiş, makyajını temizlemiş ve eskisi gibi saf güzelliği ile gözlerinin içine bakıyordu.
Ellerinden tutarak kaldırdı ayağa, anlına bir öpücük kondurdu. Sağ elinin içine aldığı sol elinden tutarak merdivenleri çıktı, kaç yıl olmuştu elinden tutmayalı.

Onbeş yıldır hiçkimseyi yürütmezdi sağında.

Yatak odasına çıktılar.

Kapıda ellerini bıraktı.Her ne kadar bir kaçamak olsada yapamayacakları şeyler olduğunu biliyordu ve sınırları kesin olarak belirlemesi gerekiyordu. Yoksa o sevdiği kızın yürüyerek bile olsa arkasına bakmadan gideceğini biliyordu. Ceketini ve gömleğini çıkardı, pantolonu ile uzandı yatağa ve elini uzattı.

Kadının bakışları ürkekti. Burada olmaması gerektiğini biliyordu. Ama karşı koyamadığı şeyler vardı. Dizginler artık onda değildi. Kürkünü çıkardı ve adamın yanına uzandı. Kafasını omuzuna dayadı. Sol eli saçlarında bir resitâl verirken sağ eli ile sağ elini tutuyordu adam. Elini suratında hissettiği anda bir serzeniş yükseldi kalbinden beynine. Adama sarıldı, artık güneşe kadarki zamanda sadece kokusunu sindirecekti içine ve bir daha böyle bir şeyi asla yapmayacaktı, belkide adamı bir daha hiç görmeyecekti.

Uyan ey sevdiğim,
Bu sabah kollarımdasın,
Aç gözlerini bak bana,
Bu sabah kollarımdasın.
Ne düşlerimiz vardı ayrı ayrı,
Hani her sabah kollarımda olacaktın,
Ne günlerimiz geçti ayrı ayrı,
Hani her gün yanımda olacaktın.

Günün ilk ışıklarında bu mısraları fısıldadı kadının kulağına, elinden tutarak ormana doğru bir yürüyüşe çıkardı O’nu.
Arabaya bindiklerinde, adam kadına dönerek
“Herşey için teşekkür ederim” dedi.
Kadın
“Bende teşekkür etmek isterim ancak karşılıklı teşekkürler bize çok pahalıya mâl oluyor” dedi.
İkisinde de buruk bir gülümseme oldu ve adam kadını arabasının yanına götürene kadar ağızlarını bıçak açmadı. Kadın arabadan inerken arkasına bile bakmadı. Çocukları ve kocasına dönmesi gerekliydi. Adam ise her zamanki gibi arkasından bakarak “yine yanlış bir tercih yaptın” diye geçirdi içinden.

29 Temmuz 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder