23 Ağustos 2009 Pazar

Tual

Çiğerleri artık dayanamıyor muydu bu öksürüklere yoksa hayata olan bağımıydı dayanamayan. Sabahın ilk sigarasını yakmayacaktı bugün, zira öksürükleri artık birer alarm gibi geliyordu. Bir aralık bulmuştu güneş ve tam yüzüne, gözünün içine giriyordu. Sabah güneşi sidikliye vurur be adam bi öğrenemedin şunu diye hayıflandı kendine. Yaşlılık da gelince aklına yatağı kontrol etti, güneş yalancı çıkmış mı diye. "Aman o kadarda kocamamışız, buna hamdolsun mu desem yoksa kahretsin mi?" diye geçti aklından.

Kocaman evde yatak odası ile mutfak arası da ne kadar uzaktı. Artık küçük bir eve taşınması gerekiyordu. Zira artık Ona dünya dar ev genişti. Salonun önünden geçti ve bir kaç adım sonra durup geri döndü. Her sabahki gibi günaydın dedi aşkına. Kendi çizdiği bir tuvaldi, Zat gerçek renkler zahirdi. Çok kişi sormuştu o tuvaldaki kadının kim olduğunu. Herkese ayrı bir şeyler söyleyerek geçiştirdi. Helen vardı, otuz beş yaşındayken tanıştığı. Kırk dört yaşına kadar sürekli aradı onu bıkmadan usanmadan.

Hadi yemeğe gidelim, hafta sonu piknik yapalım, bu gece boğaza nazır bir çay içelim diye. Her dediğine tamam der, onu ne kırardı ne de istediği kadar yaklaşırdı.

Onda oldukları akşamlarda saat on bir olduğu zaman "Ooo saat on bir olmuş ben sana bir taksi çağırayım" diyerek kalkar onay beklemeden bir taksi çağırır ve bir oldubitti ile evine yollardı. Pazar sabahları Helen çat kapı gelir ve kahvaltı hazırlardı. Mutfakta pekiyi olmadığı için buna itiraz etmek istese de nefsine yenik düşerdi. Yağmurlu havalarda dışarı çıkar en pervasız yürüyüşleri yapardı. Tamamını hiçbir zaman bilmediği şarkılar ile yolları geçer yağmur bitince de taksi ile eve dönerdi.

Yağmurlu bir günde yürüyüş bitiminde evin yolunu tutmuştu. Taksici aynadan bakıp "Türk Sanat Müziği sever misiniz?" dedi. Kafasını salladı hafif ve gülümseyerek "Tabii ki" dedi. Islak kafasını cama yaslamışken, Safiye Ayla radyodan "Seni ben ellerin olasın diyemi sevdim" diye fısıldamaya başlamıştı.





Gözleri ıslak kaldırım kenarlarına takılmış, düşünceleri hayallerine varmıştı bile. "Beyefendi buradan nasıl devam edeceğiz" sesi ile uyandı.

Taksiden indiğinde kapının önünde Helen'i gördü, sırılsıklam olmuştu. "Sabahtan beridir seni arıyorum, neden açmıyorsun?" diye sitem ediyordu. Telefonunu yanına almamıştı, kapıyı açıp içeri girdiler. Nedensiz olduğunu düşünsede mahcubiyeti vardı. Helen ise bir o kadar sinirliydi. İki tane büyük havlu getirip uzattı. Gözleri çakı gibiydi ve siniri geçeceğe benzemiyordu. Helen kurulanırken birden durdu ve tuvalin önüne geçip

"Kim bu kadın?
Neden bir tuvalden daha önemsizim?
Bir tuval ile sohbet ettiğin kadar benimle etmiyorsun, sana tam dokuz yılımı verdim elimde ne var?
Bak halime, bak şu halime, seni ne bu tuval nede bu tuvaldaki kadın merak ediyor. Sana pazarları o kahvaltı hazırlamıyor, akşamları evinde kalmasın diye alel acele taksiler çağırdığın bu kadın sabah altıda kalkıp iki saat hazırlanıp, bir saatlik yol gelerek hazırlıyor. Telefonunu açmadığın zaman yine o bir saatlik yolu bu kadın geliyor. Bu tuval ise senin astığın yerde duruyor. Söyle kim bu kadın? Söyleeeeee" diye ağlayarak olduğu yere çöküyor.

Adam ne diyeceğini ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette Helen'i kaldırıp koltuğa oturttu. Bir sandalye alıp karşısına geçti. Gözlerinin içine bakıp ellerini ilk defa ellerinin içine aldı ve "O tuvaldaki kadın benim 27 yıllık aşkım. Ne bir gün onunla böyle oturabildim, ne bir pazar kahvaltısı yapabildim, ne bir gece ona sarılıp yatabildim, nede bir sabah onunla uyanabildim. Ben 27 yılda bunları yapamamışken sen sadece 9 yıl dayanabildin bunlara ulaşamamaya."

Sandalyeden kalkıp bir sigara yaktı. “Sana bir taksi çağırayım” dedi ve Helen’i bir daha görmemek üzere uğurladı.

O gider gitmez tuvali alıp karşısına oturdu

Bir 27 yıla daha razıyım sen merak etme.

15.07.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder